Şanlıurfa il merkezinin yaklaşık 15 km kuzeydoğusunda Örencik köyü yakınlarında yapılan kazılar sonucu ortaya çıkarılan Göbeklitepe bölgenin en erken kullanımının Çanak ÇömleksizNeolotik Çağ’ın A evresine (M.Ö. 9600 - 7300) yani günümüzden en az 11.600 yıl öncesine dayandığını göstermektedir. Yüzey araştırmalarında ele geçen çeşitli el aletleri Şanlıurfa’daki Paleolitik (Yontma Taş Çağı) yerleşmelerin varlığını doğrulamaktadır. HassekHöyük’te çıkan buluntularla tarımsal faaliyetlerin varlığı, yörenin en büyük höyüklerinden bir olan LidarHöyük’te ise Kalkolitik dönemden başlayıp Hellenistik döneme kadar uzanan kesintisiz bir iskanın izleri gözlenmektedir. TitrişHöyük’te ortaya çıkarılan nekropoller ve buna benzer çok sayıda höyükteki eserler Şanlıurfa’nın kültürel zenginliğinin bir göstergesidir. Bir çok dini yaşadığı Şanlıurfa, dinsel bir merkez olmasıyla da Güneydoğu Anadolu tarihinde önemli bir yere oturmaktadır. Harran’da, M.Ö. 2000’li yıllarda insanlar, çok uzun yıllar bölgenin dinsel yaşamında önemli yer tutan Ay tanrıçası "Sin"e tapınmışlardır. Ay tanrıçası Sin ile başlayan putperestlik, yıldızlara dayalı bir inanç sistemi geliştiren Sabii’lerle de devam etmiştir.
Bilim ve Kültür Şehri olan Harran’da, M.Ö. 7. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak Sabii, Süryani, Müslüman ve Hıristiyan bilginlerin oluşturduğu bir topluluk bilimsel araştırmalar yapmış ve önemli eserler vermişlerdir. Ayrıca, Hz. İbrahim’in öncülüğünü yaptığı tek tanrılı din inancının çıkış yeri Harran olarak kabul edilmektedir. Urfa’da hüküm süren Osrhoene Krallığı da Hıristiyanlık açısından büyük önem taşımaktadır. Osrhoene krallarından AbgarUkomo’nun Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul eden ilk krallardan olduğu bilinmektedir. Bu hükümdarın İsa Peygamberi, dinin yaymak üzere Urfa’ya davet etmesi, İsa Peygamberin de yüzünü sildiği ve resminin çıktığı mendil ile birlikte Urfa’yı kutsadığına dair mektubu göndermesi, kentin bu gün bile "Blessed City- Kutsanmış Şehir" olarak anılmasına neden olmaktadır. Camiler, hanlar, çarşılar, hamamlar, evler, çeşme ve köprüler kentin tarihsel gelişimin yansıtan eserlerdir.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Anadolu ve Arap yarımadalarını birbirine bağlayan geçiş yolları üzerinde, Urfa yaylasının ortasında kurulmuş olan Urfa’nın yüzölçümü 18584 kilometrekaredir. Adres Kayıt Sistemi’ne göre 2019 yılında Şanlıurfa’nın nüfusu 2.073.614’tür. Merkez ilçenin yanısıra Akçakale, Birecik, Bozova, Ceylanpınar, Halfeti, Harran, Hilvan, Siverek, Suruç ve Viranşehir Şanlıurfa’nın ilçeleridir.
Şanlıurfa’nın ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır. Ekili alanların büyük bir kısmı tahıl üretimine ayrılmıştır. Buğday ilk sırayı almakta, onu arpa ve mercimek izlemektedir. Nohut ve antepfıstığı üretiminin de yapıldığı, Şanlıurfa’da sanayi bitkilerinden pamuk ve susam da üretilir. GAP’ın tamamlanmasıyla Şanlıurfa’da tekstil ve giyim sanayine ağırlık verilecek, aynı zamanda yemeklik yağ ile yem üretimi sanayii kuruluşlarının ekonomik kapasiteleri ve sayısı arttırılarak, bu ürünler Türkiye içine ve dışına pazarlanacaktır. Şanlıurfa Merkez’de iki adet OSB, iki adet KSS, Siverek, Suruç ve Birecik ilçelerinde birer KSS ve Siverek, Birecik ve Viranşehirde birer OSB faaliyettedir.
Kale’nin M.Ö. 4. yüzyılda inşaa edildiği tahmin edilmektedir. Kentin kuzeyine düşen Damlacık dağının kuzey eteğinde bulunan tepe üzerindedir. Düzgün kesme taştan yapılmış olan kalenin doğu- batı ve güney tarafları kayadan oyma derin hendeklerle çevrili olup, kuzey tarafı sarp kayalıktır. Batıdan açılan bir kapı ile girişin sağlandığı kalede, dağın içinden kayaya oyulmuş basamaklı bir yol bulunmuş ve temizlenerek hizmete açılmıştır. Kale içinde bu gün iki sütunun yanı sıra Roma döneminden başlamak üzere Bizans ve İslam dönemlerine ait çok sayıda yapı kalıntısı bulunmaktadır.
Kale’nin dış surların uzunluğu yaklaşık olarak 4 km kadardır. Harran Kapısı, Bey Kapısı’na ait Mahmutoğlu Kulesi ile yer yer duvar ve burç kalıntıları surlardan günümüze ulaşan bölümlerdir. Çeşitli kaynaklarda yer alan bilgilere göre, batıda Sakıbın Kapısı, Su Kapısı, Batı Kapısı, kuzeybatıda Samsat Kapısı, Saray Kapısı, doğuda Beg Kapısı, Su Kapısı ve güneyde de Harran Kapısı olmak üzere sekiz kapı bulunmaktadır.
Şanlıurfa merkezindeki en eski camilerden biridir. Yapının, kırmızı sütunlarından dolayı "Kızıl Kilise" olarak da adlandırılan St. Stephan Kilise’si üzerine yapıldığını kaynaklar bize belirtmektedir. Bu kilisenin avlusuna ait duvarlar, sütun ve sütun başlıkları ve halen minare olarak kullanılan sekizgen çan kulesi günümüze kadar ulaşmıştır. İnşaa kitabesi bulunmayan yapının ne zaman ve kim tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.
Halil-ür Rahman Gölü’nün güneybatı köşesinde yer alan bu camii, medrese, mezarlık ve Hz. İbrahim’in ateşe atıldığında düştüğü makamdan oluşan külliyenin bir parçasıdır. Camii’nin güneydoğusunda yer alan minare üzerindeki kitabeden, 1211 yılında Melik Eşref Muzefferüddin Musa tarafından yapıldığını öğrenmekteyiz. Halk arasında "Döşeme Camii" veya "Makam Camii" diye de anılan yapının Meryem Ana Kilisesi üzerine inşaa edildiği bilinmektedir.
Rüyasında hükümdarlığının elinden gittiğini gören Kral Nemrut’un bu rüyası kahinler tarafından "Bu yıl bir çocuk doğacak, senin putperest dinini ortadan kaldıracak ve Krallığına son verecek" şeklinde yorumlanır. Bunun üzerine Nemrut o yıl doğan ve doğacak olan bütün çocukları öldürtmeye karar verir. Hamile olan Nuna, o yıl İbrahim’i bir mağarada gizlice doğurur. Hz. İbrahim bu mağarada 7 yaşına kadar herkesten gizlice yaşar. 7 yaşından sonra mağaradan çıkarılıp baba evine getirilen İbrahim büyüyünce Kral Nemrut ve halkının taptığı putlarla mücadele etmeye başlar. Bunun üzerine Nemrut, Hz. İbrahim’i yakalatarak Urfa Kalesi’nin bulunduğu tepeye kurdurttuğu mancınıkla ateşe attırır. O anda Allah tarafından ateşe "Ey ateş İbrahim’e karşı serin ve selamet ol" emri verilir. Ateş su, odunlar balık olur. Onun düştüğü Halil Ür Rahman ve yakınındaki Aynzeliha Gölleri ile içindeki kutsal balıklar bugün dünyanın her tarafından gelen insanlarca ziyaret edilmektedir.
Ulu Camii’nin doğusunda yer alan Eyyubi Medresesi’nden günümüze yalnızca 1191 tarihli kitabesi kalmıştır. Bu gün ayakta olan yapı ise Eyyubiler devri medresesinin üzerine 1781 tarihinde Nakibzade Hacı İbrahim tarafından yaptırılmıştır. Kütüphanesi ve 1781 tarihli çeşmesi ile yapı Şanlıurfa medreseleri arasında önemli bir yer tutmaktadır.
Rızvaniye Camii’nin avlusunu çevreleyen bu medrese 1139 tarihinde Rızvan Ahmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Cami avlusunu doğu, batı ve kuzeyden çevreleyen tonoz örtülü medrese odalarının ön tarafları revaklıdır.
Bazı kaynaklarda adı "Alaca Han" diye de geçen Gümrük Hanı, Şanlıurfa’daki hanların en güzel ve anıtsal örneklerinden biridir. Yapının, doğu cephesinde yer alan giriş kapısı üzerindeki kitabeden 1562 tarihinde yapıldığını öğrenmekteyiz. Hanın kare avlusunun etrafını çevreleyen dükkanların üzerinde, ön kısımları revaklı ikinci kat odaları yer alır. Giriş eyvanının üzeri mescit olarak değerlendirilmiştir.
Pamukçu pazarının doğusunda bulunan bu hanın kitabesi bulunmadığından yapım tarihi bilinememektedir. 1716 tarihli bir vakfiyede adının geçmiş olması 18. yüzyıl başlarında mevcut olduğunu göstermektedir. Han da, kare avluyu çevreleyen dükkanların üzerinde, önleri revaklı ikinci kat odaları yer almaktadır. Bu revaklardan, doğudakiler payeli, diğer cephedekiler ise sütunludur.
Gümrük Hanı ile aynı tarihte, 1562 yılında inşaa ettirilmiştir. Bazı kaynaklarda "Bezzazistan" adıyla da anılan yapının doğuda Han Önü Çarşısı’na açılan ana kapısı, Sipahi Pazarı’na açılan batı kapısı, Pamukçu Pazarı’na açılan güney kapısı ve Gümrük Hanı’na açılan kuzey kapısı olmak üzere dört kapısı bulunmaktadır. Sağlı sollu uzanan ve zemin seviyesinden yaklaşık bir metre kadar yukarıda yer alan dükkanlarda Urfa yöresine ait mahalli kadın ve erkek giysileri satılmaktadır.
Harran’ın 20 km. uzaklıkta yer alan kervansaray 1128- 1129 yılları arasında El Hac Hüsameddin Ali Bey tarafından inşaa ettirilmiştir. Selçuklu kervansaraylarının klasik örneklerinden olan yapı geniş bir avluya sahiptir. Kuzey cephedeki anıtsal portalden, düzgün kesme taşlardan yapılmış çapraz tonozlu giriş eyvanına geçilir. Avlunun etrafı, kışlık ve yazlık odalarla çevrelenmiş olup kuzey batı köşesinde hamam olduğu tahmin edilen kubbeli bir mekan bulunmaktadır.
Şanlıurfa kent merkezinde, Halil’ür-rahman Gölü’nün kuzeydoğusunda yer alan Haleplibahçe’de ortaya çıkartılan mozaikler Grek kültürü mozaik sanatını yansıtmaktadır.
Haleplibahçe’de 2007 yılında yapılan kazılarla ortaya çıkartılan Amazon kadınları mozaiği, amazon kraliçelerinin mozaiğe işlenmiş ilk örneklerinden biridir. Söz konusu mozaik ve kazı çalışmaları ile ortaya çıkartılan diğer mozaikler, teknik, sanat,taşların küçüklüğü ve orijinal renkleri açısından dünyada bugüne kadar yapılmış en değerli mozaikler olarak tanımlanmaktadır.
Şanlıurfa’ya 15 km. uzaklıkta, Örencik Köyü dağlık alanında yer almaktadır. Kültür ve Turizm Bakanlığınca 2005 yılında I. Derece arkeolojik sit alanı olarak ilan edilmiştir.
Yapılan kazı çalışmalarıyla birlikte, günümüzden 12.000 yıl önce inşa edilmiş ve dünyanın ilk tapınağı olduğu ortaya çıkartılmıştır.
Çanak Çömleksiz Neolitik Döneme ait olan Göbeklitepe’de, çok sayıda yuvarlak biçimli yapı bulunmuştur. Toplam 20 adet olduğu belirlenen yapıların bir kısmı kazılarla ortaya çıkartılmış olup, yapıların dinsel amaçlı yapılmış olduğu varsayılmaktadır. Tapınakların ortak özellikleri, T biçiminde sütunlar ile çevrilmiş olması ve merkezinde iki T biçiminde sütunun karşılıklı olarak yer almasıdır.
Yapılar T biçiminde sütunlarla çevrilmiş olup, sütunların stilize edilmiş insan tasvirleri olduğu varsayılmaktadır. Tapınakların merkezinde de iki T biçiminde sütun karşılıklı olarak yer almaktadır.
Sütunların üzerinde, kol ve el tasvirleri, boğa, tilki, yılan, yaban domuzu, turna, yaban ördekleri, aslan figürleri ile yüksek kabartma olarak betimlenmiş hayvan figürleri de yer almaktadır.
Halfeti’nin eski bir tarihe sahip olduğu bilinmekle birlikte, Roma Dönemi öncesine ait bilimsel bulgular bulunmamaktadır. Bir kısmı Birecik Baraj Gölü suları altında kalmış olan Eski Halfeti gerek doğal güzelliği gerekse özgün mimarlık örnekleri ve diğer kültür varlıklarıyla günümüzde önemli bir turizm çekim merkezi konumundadır.
Halfeti’den başlayanBirecik Barajı tekne turları ile, Fırat Nehri üzerinde yer alan Rumkale, Savaşan köyü, Çekem mahallesi gibi kültürel zenginlikler görülebilmektedir.
Eski Asur Devri’nden beri önemli bir kültür merkezi olan Harran, Şanlıurfa’nın 44 km güneydoğusundadır. Antik çağ kalıntılarıyla, İslamiyet Dönemi’nin ilk üniversitesinin bulunduğu Ulu Camii (Cennet Cami), iç kalesi, surları ve sivil mimarisiyle Harran önemli bir tarih hazinesidir.
Kendi adıyla anılan Harran Ovası’nın merkezinde kurulmuş olan antik kent, günümüzde de tarihteki ismiyle anılır. Mezopotamya’dan batı ve kuzeybatıya açılan yolların kavşağında bulunduğundan, şehre Sümerce ve Akatça’da seyahat ve kervan anlamına gelen "Harran-u" denilmiştir. M.Ö. II. bin yıl başlarındaki Mari ve Kültepe çivi yazılı belgelerde şehrin adı "Harran-na" ve "Har-ra-na" şeklinde geçmektedir. Kente Yunanlılar "Harran", Romalılar "Carrhes", Araplar "Arran", Hıristiyanlar "Hellenopolis" adını vermişlerdir.
M.Ö. V. binden M.S. 13. yüzyıla kadar kesintisiz yerleşimin sürdüğü Harran, M.Ö. II. binde, Asur’dan sonra en önemli merkezlerden biri olmuştur. Hz. İbrahim’in Harran’da bir süre kaldığı, burada evlendiği, evinin ve adına yapılan bir mescidin bulunduğu kaynaklarda geçmektedir. İslamiyet Dönemi’nde de, önemini korumuş olan Harran, Emevilerin son halifesi II. Mervan zamanında bir süre başkent olmuş, Eyyubiler Dönemi’nde şehircilik, sanat ve teknikte en görkemli devrini yaşamıştır. Şehir 1260 yılında Moğollar tarafından işgal edilerek, yakılıp yıkılmıştır ve Osmanlı Dönemi’nde de bir köy yerleşimi olmuştur.
Harran yaklaşık 4 km uzunluğunda ve 5 m yüksekliğinde surlarla çevrilmiştir. Anadolu Kapısı, Aslanlı Kapı, Bağdat Kapısı, Musul Kapısı, Rakka Kapısı ve Halep Kapısı olmak üzere altı kapıyla dışarı açılan surların içinde, dikdörtgen planlı, Hitit’lerden başlamak üzere dört yapı katını içeren içkale yer almaktadır.
Harran Höyük’te yapılan kazı çalışmalarında, çeşitli buluntuların yanı sıra; İslamiyet Dönemi’ne ait sikke, sırlı-sırsız keramikler, taş aletler, süs eşyaları, madeni eserler bulunmuştur.
İslamiyet Dönemi’ne ait bir şehir kalıntısının da açığa çıkarıldığı Höyük’te ayrıca Eski Tunç Çağı’na ait idol ve figürinler, Eski Asur Dönemi’ne ait silindir mühür ve Yeni Babil Dönemi’ne ait, Kral Nabonit’ten ve Sin Mabedi’ndensözeden, çivi yazılı pişmiş toprak tablet ve adak kitabeleri bulunmuştur.
Türkiye’de İslamiyet Dönemi’ne ait en eski cami olma özelliğine sahip olan Harran Ulu Cami (Cennet Cami), Harran Höyüğü’nün kuzeydoğu köşesinde yeralmaktadır. Emeviler Devri’nde, M.S. 744-750 tarihleri arasında, Halife II. Mervan tarafından yaptırılan Ulu Cami’nin doğu cephesi, mihrabı, şadırvanı ile 33.30 m yüksekliğindeki minarenin büyük bir bölümü günümüze kadar gelebilmiştir.
Harran’ın ilgi çeken bir başka özelliği de konik kubbeli evleridir. Evlerin tuğla kubbe ile örtülü olmasının nedeni; iklimin kurak olması nedeniyle bölgede ahşap malzemenin bulunmayışı ve Harran Ören Yeri’nde tuğla malzemenin bol miktarda mevcut olmasıdır. Sit alanı olarak tescil edilen Harran’da evler korumaya alınmış, ören yerinden malzeme alımı ve yeni ev yapımı yasaklanmıştır.
Harran’a 60 km uzaklıktaki kentte, M.S. II. yüzyıla ait olduğu tahmin edilen kale duvarlarının ve burçların kalıntıları izlenebilmektedir. Kökü Harran Sin kültürüne dayanan Sabiizim ve BaştanrıMarilaha’nın kültür merkezi olduğu bilinen Soğmatar ören yerinin en önemli kalıntısı, baş tanrıya ve gezegenlere ibadet edilen, kurban kesilen açık hava mabedidir. Başka bir kaya mabedin duvarlarında ise yazılar ve gezegenleri tasvir eden röliyefler bulunmaktadır.
Harran’a 45 km uzaklıkta, geniş bir alana yayılan kentin etrafını çeviren surların ve bazı yapıların kalıntıları yer yer izlenebilmektedir. Halk arasında Şuayb Peygamberin bu kentte yaşadığına inanılır. Şuayb Şehrinde Peygamber makamı olarak ziyaret edilen bir de mağara bulunmaktadır.
Şanlıurfa’da yer alan başlıca el sanatı dokumacılıktır. Çulha Tezgahı denilen küçük dokuma tezgahlarında yerli bezler, aba, şallar, kuşaklar ve yerli kilimler ile erkek baş örtüleri dokunmaktadır. Ayrıca, kenti özgü keçeler yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekmekte olup, yörede halı kadar kıymetlidir. İl’in en eski el sanatlarından olan kuyumculuk, bilhassa oymalı, savatlama tekniğiyle yapılmış, örme ve telkari bilezikler, ince bir sanat eseri olan kordonlar ve akıtmalar rağbet gören örneklerdir. Kürkçülük, dericilik, saraçcılık, bakırcılık, kazazlık, tarakçılık ve taşçılık Şanlıurfa’daki diğer el sanatlarını oluşturmaktadır.